ÖZ GEÇMİŞİ
1954 yılı Şubatın 20 inde dünyaya
geldim.
5 yaşındayken Rahmetli dedem beni
ilkokulun etrafında gezdirirken öğretmene, bu çocuğa bakar mısın ben bir camiye
gidip geleceğim, burada amcaları ile kalmasına müsaade eder misin deyince, o da
hay hay demiş. Kazım Kaya idi o zaman bizim köyün öğretmeni. Amcalarım Muzaffer,
Habip ve Rahmetli Şişman ilkokula gidiyorlardı. Çocuk aklımla beni okula
yazdılar sandım o kadar sevindim ki… Geçtim bir masaya oturdum ve sesimi
çıkarmadan onları dinlemeye başladım.
O gün okul bitmişti. Zaten öğleden sonra
idi. Ertesi gün sabah kalktım, anneme “ben okula gideceğim” o da “yavrum sen
daha küçüksün senin iki senen daha var” dedi. Ben ona “dedem beni okula yazdı
öğretmen bana bir yer gösterdi oraya oturdum ve bu gün de gideceğim” dedim ve
okula gittim. Öğretmen yaramazlık yapmadığımı görünce çocuk heves etti ne olacak
otursun, aksilik yaparsa evi yakın gönderirim şeklinde düşünmüş olacak ki bana
bir şey demedi.
Böylece her gün okula gidip gelmeye
başladım… Ve karne tatili gelince ben hariç herkese karne verilmiş tabii olarak.
Bana karne verilmeyince ağlamaya başladım. Kazım Öğretmen “neden ağlıyorsun, sen
kayıtlı değilsin” deyince ben de “kaydet o zaman, sen öğretmen değil misin? ”
dedim çok güldü ve bana “Eğer ismini şu kâğıda yazarsan seni kaydedeceğim” dedi,
çok sevindim ismimi yazdım ve alfabeyi ezberden okudum. Birkaç sınıf bir arada
aynı ortamda ders yaptığından ikinci sınıfın konularını da dinlemiş ve
şiirlerini ezberlemiştim. Bunları da anlatmaya başlayınca merak etti ve bana bir
toplama işlemi sordu. Ben de hemen o toplamayı yaptım ona dedim ki “ben çarpım
tablosunu biliyorum” ve ezberden okudum. Defterimizin arkasında yazılı olduğu
için bir kaç kerre okumuş ve ezberlemiştim
Bunların hepsi birinci dönemde olmuştu
yani ilk karne tatiline kadar. Böylece ilkokula 5 yaşında başladım ve 10 yaşında
bitirdim ancak diploma merasiminde sorun çıktı; yaşım tutmuyor diye öğretmen
bana beklemen lazım, 12 yaşında olduğun zaman gelirsin diplomanı alırsın
demişti. Halbuki ilkokulu birinci bitirmiştim ve o zamanlar pekiyi ile diploma
almak herkesin karı değildi. Sınıfımızda iki kişi pekiyi ile geçtik; biri bendim
diğeri ise Ahmet Ağrali, onun da kafası matematikte süperdi. İstemeyerek de olsa
öğretmen diplomamı vermek mecburiyetinde kaldı.
Babam beni ortaokula yazmadı çünkü
küçüktüm ve yollar uzun demiş bu işten çekinmiş. O zamanlar herkes okumanın ne
olduğunu bilmiyordu. Beni hafızlığa verdiler. Hafızlık yaparken okumaktan çok
kaçardım bunun sebebi ise gözlerim yakını görmüyordu ve bunu ben dahi
anlayamadım. Hocam anlayamadı, biraz okurdum kafam karışırdı sağa sola bakmaya
başlardım. Benim için bu çocuk haylaz tembel okumak istemiyor elinden geldiği
kadar bu işten kaytarmaya bakıyor derlerdi, ama bir kere karar verildi Mikdat
Hafız olacak… Her akşam ders vermeye giderdim, ben okurdum hoca düzeltirdi ben
okurdum hoca düzeltirdi derken ağzından kaptıklarımla hafız oldum. O da ben
sanki kör okutuyorum diye yakınırdı. Hafızlık bitti, arapça öğrenmek için
Çaykara Kur’an kursuna yazıldım, orada da aynı sorun ancak işi çaktırmadım
hocamı dikkatli dinlerdim ve verdiği dersi o anda öğrenmiş oluyordum.
Üç sene devam ettim ve askerlik vakti
geldi askere gittim, 1976’nın Şubatında askerliğim bitti ve mart ayında babamın
isteği ile Hollanda’ya geldim. Burada Rahmetli Ahmet Amcam bana iş bulmak
amacıyla bir kaç fabrikaya götürdü ancak “bunun lisanı yok, olsa işe alırdık”
dediler. Bu olay bende yabancı dil öğrenme şevkini artırdı. Amcama “onlara söyle
eğer lisan öğrenirsem beni işe alacaklarına söz verirler mi? ” dedim. Onlara
söylemiş onlar da gülerek tabi dediler. Ben amcama dedim ki “şu kâğıda bu
beyefendi ismini, telefonun yazsın ve sana söylediklerini de buraya yazsın ben
lisan öğrendiğim zaman onu arayacağım.” O da memnuniyetle dedi ve eğer sen
yeteri kadar Hollandaca öğrenirsen ve bizim o anda işçiye ihtiyacımız olursa
seni işe alacağız diye yazdı ve beni savdılar.
Bu arada gözlük aldım, bana yeni bir
dünya açıldı artık… Okumaya doymuyorum, elime ne geçerse okuyordum… Hollandaca
öğrenmeye başladım; elime geçirdiğim Hollandaca Türkçe sözlüğü sahife sahife a
dan z ye kadar 20 günde ezberledim. Bir nevi hafızlık yaptım, kırk günde
Hollandacayı ana dilimden daha zengin bir kelime haznesiyle öğrendim. Artık
okuyorum, yazıyorum ve konuşuyorum. Derhal o iş yerine gittim o Hollandalıyı
buldum ve Hollandaca öğrendiğimi söyledim ve bana yazmış olduğu kâğıdı verdim.
Adam inanamadı bu imkânsız demişti. Olamaz geçen buradaydın tek kelime
bilmiyordun şimdi ise her şeye cevap verebilen konuşan birisin nasıl oldu? Ben
de ona hafızlığı anlattım, nasıl hafız olunur ve nasıl ezberlediğimi, yine
inanmadı. Ben ona şuradan yazmış olduğun bir yazı, bir bildiri bana verir misin
dedim. Ne yapacaksın dedi. Sen ver dedim, o da verdi elime aldım şöyle iki kere
okudum bir de göz geçirdim ona verdim ve dedim ki o verdiğin kâğıdı istersen
yırt at ben onu ezberledim, hadi söyle bakalım dedi ben de ona onu okuyunca beni
tebrik ederek işe aldı. Bana tahsilin ne dediler ben de utancımdan ortaokul
mezunu dedim, ilkokul diyemedim. O halde sen liseye kaydol gece okulu üç yılda
bitirirsin. Kayıt oldum bir ay sonra bana sen yanlış sınıfa kaydoldun, ikinci
sınıftan başla dediler. İkinci sınıfa taşındım, iki ay sonra bana sen bu sınıfta
her şeyi biliyorsun sen son sınıfa devam et dediler. Hülasa bir senede liseyi
bitirdim. Bu arada İngilizceyi de öğrendim.
Artık insanlara fahri tercümanlık
yapıyordum ve ara sıra da masraflarımı çıkarıyordum. Böylece Hollanda’da hem
çalışıyor hem de birçok alanda sosyal faaliyetlere katılıyordum. 1991 yılında
üniversiteye kaydoldum. Sıhhatim elvermediği için bitirmeye bir yıl kala
bırakmak zorunda kaldım.
1977 yılında evlendim. Üçü kız, ikisi
erkek beş çocuk sahibiyim. Çocukların hepsi Hollanda’da doğdu.
Şiir yazmak benim hobilerim arasında,
küçük yaştan beri yazıyorum Türkiye de beni tanıyan çok şair arkadaşlarım var
devamlı yazışırız
Mikdat BAL
20 Mart 2005
Hollanda
———-
Nasipse Bir Kefen Almaya
Geldim
Dokuzyüz elli dört şubat ayında
Trabzon Çaykara da dünyaya geldim
Dünya ya göz açar açmaz ağladım
Çünkü muvakketen kalmaya geldim
Ben ağlardım diğerleri gülerdi
Herkes bana uzun ömür dilerdi
Gelen gider bu ne biçim bir yerdi
Düşünce efkara dalmaya geldim
Fikrim zikrim ile hep düşüncedir
Hayat ne zevk sefa, ne eğlencedir
Dünya ya gelmenin sebebi nedir?
Bu soruya cevap bulmaya geldim
İyiyi kötüyü elekte süzdüm
Nefsimi zorladım arada üzdüm
Yaşadıkça bazı şeyleri çözdüm
Herkese faydalı olmaya geldim
Fanidir bu alem fani bu diyar
Görmedim kimseyi gençliğe doyar
Daha dün koncaydım bu gün ihtiyar
Önce açıp sonra solmaya geldim
Allaha ibadet ettikten sonra
Sayılı nefesler bittikten sonra
Mikdat der bu ömür geçtikten sonra
Nasipse bir kefen almaya geldim
Mikdat Bal
——–
Başladı!
Dünyaya geldiğim anda ağladım
İlk sütümü içtim ölüm başladı
“Her can ölüm tadar” duydum çağladım
Eve hüzün saçtım yolum başladı
Bana sorulsaydı asla gelmezdim
Hayatı tatmazdım ve de ölmezdim
Ayakta durmayı bile bilmezdim
Öğrenmeye aç’tım ilim başladı
Köyümüz gözümde dünya gibiydi
İlkokul çağlarım hülya gibiydi
Çocukluk yıllarım rüya gibiydi
Gonca idim açtım gülüm başladı
Yaşım onsekizi aşmıştı artık
Bir sevda içime düşmüştü artık
Gönlüm bu dünyaya şaşmıştı artık
Gaf dağını geçtim çölüm başladı
Özendim ellere zarar eyledim
Terk-i diyâr edip firar eyledim
Başka bir vatanda karar eyledim
Gurbet ele göçtüm zulüm başladı
Gurbeti yurt ettim acep ne buldum
Yıllarca hasretle figanla doldum
Almancı, yabancı gurbetçi oldum
Yanlış bir rol seçtim filim başladı
Nefis gözümüzü çekip boyadı
Yaşım altmışlara geldi dayadı
Oyun eğlenceymiş dünya hayatı
Dümbelekten kaçtım dulum başladı
Hayat gerçeğimdir yazarım hazır
Gönlüm dop doludur pazarım hazır
Siparişi verdim mezarım hazır
Artık kefen biçtim salım başladı
Mikdat Bal
——–
Memleket Hasreti Şair Ettiyse
Memleket hasreti şair ettiyse
Bir anı yazarsın sözün bittiyse
Gurbet adamıyım malzeme çoktur
Biraz şair isen döktür ha döktür
Yaşarım gurbette, gönlüm yurdumda
Nice iz bıraktı yıllar ardımda
Çok şeyler yaşadım çok şeyler gördüm
Nakış nakış hasret yumağı ördüm
Hayale gerek yok bildiğini yaz
Buralara nasıl geldiğini yaz
Ayrılmadan önce cennet vatandan
Nasıl öğüt aldın büyük atandan
Boynuna sarılıp elini öptüm
Ağlar vaziyette yanından koptum
Yavrum dedi sakın dininden kopma
Doğru yolda bulun bir milim sapma
Gideceğin yerler diyari harptir
Anadolulusun orası garptir
Dinleri dilleri ırkları başka
Burada bir işe gireydin keşke
Sana nasıhatim bizi unutma
Haramlardan sakın yanlış yol tutma
Hallinden çalış hileye kaçma
Paranı iyi tut fuzuli saçma
İslamı yaşa ki örnek olasın
Birlikte güç vardır dernek olasın
İçki yuva yıkar aman bulaşma
İçenlerle sakın gezip dolaşma
Büyüklere karşı saygını takın
Küçükleri koru zulmetme sakın
Herkese selam ver güler yüzlü ol
Hoş görülü ol ki gönüllere dol
Buralardan kopma gidip gelesin
Vatan candan aziz bunu bilesin
Yolun açık olsun git güle güle
Vedanı et artık benimle bile
Bu son görüşmemiz biliyorum ben
Hastayım yolcuyum ölüyorum ben
Ağladı ağlattı beni o anda
Yola girdim ama hep aklım onda
Uçağa ilk sefer binecek idim
O gün Amsterdama inecek idim
İçimi bin türlü duygular sardı
Ağlamak isterdim başkası vardı
Babamı görünce koşup sarıldım
Annen hasta dedi biraz gerildim
Sevincim buruktu geldim çok şükür
Baktım bir görevli ismimi okur
Pasportumu verdi “wel kom” söyledi
Cevap veremedim hayret eyledi
İlk çarşıya çıktım apıştım kaldım
Alacağım şeye yapıştım kaldım
Dilini bilmezdim fiyat soraydım
Türk bakkalı yoktu ona varaydım
Avucumu açıp al dedim burdan
Kızarıp bozarıp ayrıldım ordan
Zamanla alıştım ayak uydurdum
Günbegün her şeyi öğrendim durdum
Yıl yılı kovalar yerimde saydım
Neler çektim neler zamana yaydım
Vatan özlemiydi en büyük derdim
Gitmek mümkün olsa her yıl giderdim
Yurdun her köşesi cennetti bana
Orada ölsem de minnetti cana
Vatan burcu burcu tüterdi sanki
Her an her saniye gel derdi sanki
Gezip doyamadım koklayamadım
Kekikler toplayıp saklayamadım
Yüreğime gömdüm gam, tasa, keder
Vatan sevdalısı mecnundan beter
Ezan seslerine, kornaya hasret
Martıya “karga’ya” turna’ya hasret
Pazar yerlerinde gürültüleri
Şelâle başında şırıldıları
Yiyecek içecek yerel yemekler
Onlara verilen nice emekler
Komşuluk, yarenlik gidip gelmekler
Muhabbet, sohbetler deyip gülmekler
Doyasıya gülmez asla gürbetçi
Randevusüz gelmez asla gurbetçi
Gelmesi mümkün mü işçilik hali
Vakit nakittir ya, meşgul ehali
Kimi gündüz işte kimi gececi
Kimi daimidir kimi geçici
Bittik, bitirildik kalmadı kültür
Dünyanın yakıtı paradır puldur
Eski anılara döndüğüm zaman
Gözlerim yaşarır andığım zaman
Mikdat Bal
——–
Gurbet`in Çileleri
Ömrümün baharı kahırla geçti
Çileler sineme yaralar açtı
Daha yaşım yirmi askere gittim
Bilmediğim yerde eğitim ettim
Ayrıldım köyümden anadan yârdan
Hiç haberim yokken başka diyardan
Hırçın karekterli toyun biriydim
Yaşıma nispeten biraz iriydim
Çok tokatlar yedim bundan ötürü
Vermemişler bana asker kültürü
Çakı gibi oldum üç ay içinde
Hem daha akıllı hem daha zinde
Dağıtım askerlik iki yıl sürdü
Askerlikten sonra terkettim yurdu
Hollanda’ya geldim dilini bilmem
Bir daha doğarsam buraya gelmem
Gurbetten gurbete böyle gelinir
Vatan terkolunca kadri bilinir
Derdimi söylerdim işaret ile
Cevabım alırdım hakaret ile
İş aradım durdum dilsiz dediler
Zayıftır çılızdır halsiz dediler
Hemen öğrenmeye başladım hızla
Belledim her şeyi onlardan fazla
Başarı gösterdim girdiğim işte
Kazanıp da dönmek hayalde düşte
Olmadı bir türlü nasip olmadı
Kader böyle imiş çilem dolmadı
Peş peşe beş çocuk sahibi oldum
Kök saldım burada belamı buldum
Otuz iki yıldır kalkmadı suyum
Bunalıma girdim değişti huyum
Ne umdum ne buldum görün halimi
Ah gurbet kör olsun büktü belimi
Teselli eden yok, yok dayanağım
Kök saldım yapıştı yere ayağım
Gam kasavet keder kazandıklarım
Hep kaçtı elimle uzandıklarım
İstikbal mechuldür beni Ademden
Kalbim kırılıyor ufak sitemden
Yeis yok gene de kuşku sarıyor
Hasret vatan aşkı beni yoruyor
Kaç yıldır mihnetle yaşadım durdum
Çok şeyler yaşadım çok şeyler gördüm
Nice çatlak sesler duydum burada
Dönecek merci yok kaldım arada
Yabancıyız diye taşa tuttular
Konuşanı hemen işten attılar
Burası bizlere yabancı diyar
Sahibimiz yokki kim bizi duyar
Hadi bunlar eldir yabancı dedi
Bize bizimkiler Almancı dedi
Hor baktılar bize seneler boyu
İşçi dinlenir mi? olmazsa oyu!
Çalıştık durmadan döviz gönderdik
Ah cahil kafamız, istikbal derdik
Bize sırtı kalın diye bakıldı
Bir de “dumm Kopf” diye lakap takıldı
İhanet ettiler emanetlere
Uğradık her türlü ihanetlere
Geldi buralara maskeli beyler
Anlattılar bize sevimli şeyler
Camilere girip vaaz verdiler
İmamın sağında postu serdiler
İstismar ettiler faizi hemen
Haramdır diyerek yaptılar dümen
Saf mü’minler çare nedir sordular
Bu alçaklar sözde kafa yordular
Dediler mü’minler birlik olalım
Fabrikalar kurup hisse alalım
Sahte bonolarla hisse sattılar
Neyi kaptılarsa cebe kattılar
O gidiş gittiler para da gitti
Kahrettik üzüldük itimat bitti
Sahip de çıkmadı devlet babamız
Hiç fayda vermedi bütün çabamız
Bize mi sordunuz verilen yanıt
Açıp okuyunuz arşivler kanıt
Acıyla geçirdik geçen yılları
Burada ağarttık saçı kılları
Zaman akıp gitti ölenler öldü
Harcandık ne yazık olanlar oldu
Mikdat Bal
——–
Bitmez İnsanın Derdi
Çarkı devran insan ile harbeder
Un olmadan bitmez insanın derdi
Çilelere dayanmayan sabreder
Gün dolmadan bitmez insanın derdi
Her can ecel şerbetini içecek
Kıldan ince bir köprüden geçecek
Mecbur iki yoldan bir yol seçecek
Yön bulmadan bitmez insanın derdi
Niceleri bataklıkta eşinir
İnsan olan, aklı olan düşünür
Azan insan belâ için kaşınır
Kan almadan bitmez insanın derdi
Zalimlerden intikamlar alınır
Her şey biter eve hüzün salınır
Azrailin avucunda kalınır
Can almadan bitmez insanın derdi
——–
Mikdat Bal
Allah’ı Ana Ana
Allah’ı ana ana
Yürekten yana yana
Zemzemden kana kana
İçtik Elhamdülillâh
Eğriydik doğrularak
Manayla yoğrularak
Benlikten sıyrılarak
Geçtik Elhamdüllillâh
Beyaz giysiler aldık
Ölmeden önce öldük
İhramı kefen bildik
Biçtik Elhamdüllillâh
Tattık zuhtü verayı
Ruh tanıdı orayı
Beyaz ile karayı
Seçtik Elhamdüllillâh
Sakınarak cezadan
Kavga ile nizadan
Mahlukata ezadan
Kaçtık Elhamdüllillâh
Akıttık gözlerden yaş
Yalın ayak açık baş
Her yönden şeytana taş
Saçtık Elhamdüllillâh
Mikdat Bal