Çaykara yöresinde konuşulan Rumca ile yörede yaşayan insanların kültürel değerleri üzerinden milliyetçilik algılarını ele almak istedik. Yöredeki etnik oluşum Çaykara’nın coğrafyasıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu anlamda Çaykara’nın yerleşime açılma biçimi ve diğer yapısal unsurlar önemlidir. Buna göre Çaykara’nın iskânı sahilden kırsala değil, kırsaldan sahile doğru gerçekleşmiştir. Değişik sebeplerle göçe maruz kalan Kafkas ve Türk toplulukları, Demirkapı geçidinden giriş yaparak, Solaklı Vadisinden aşağıya yayılmışlardır. Bu topluluklar içerisinde ağırlıklı olarak Kıpçak ve Peçeneklerin olduğu görülür. Anadolu’nun Türk iskânına açılmasıyla Çaykara da zamanla, Türk topluluk ve Beyliklerinin etki alanına girmiştir. Zira Kıpçak ve diğer Türk topluluklarından kalan dil, arkaik Anadolu Türkçesi, temel yaşam biçimleri, inanışlar ile muhtelif kültür unsurları halen ağırlığını korumaktadır. Çaykara’nın Anadolu ile olan bağlantısını Maraşlı Köyü ve Maraşlı kardeşler üzerinden, Rumca etkisini Türk ve Rum unsurlarının bir arada yaşamaları ile Bizans’ın asimilasyon politikasıyla açıklamak mümkündür. Bugün ise bu zaviyeden yörede konuşulan Rumcanın bir zenginlik olduğu ancak etnik anlamda Türklük algısını etkilemediği görülmüştür.
Yakın zamanlara kadar varlığını koruyan ve bir nesil sonra konuşulmayacak olan Trabzon Rumcası üzerinden, Çaykara hakkında birçok kesimden birtakım yorum ve değerlendirmeler yapılagelmektedir. Bu dilin ne içeriği ne yapısal özellikleri ne de Türkçeyle olan münasebetleri hakkında pek bir bilgisi olmayan insanlar siyasal mahiyette birtakım değerlendirmelerde bulunabilmektedirler. Bu çerçevede bu dilin Trabzon’un özellikle Çaykara, Dernekpazarı, Of, Sürmene, Tonya ve Maçka gibi ilçelerde konuşulması Çaykara özelinden bu dili ve insanlar üzerinde oluşturduğu aidiyet duyguları hakkında bir çalışma yapılmasını akıllara getirmiştir. Trabzon’da konuşulan Rumca üzerine geçmişte birçok araştırmacı birtakım çalışmalar yapmıştı. Bu manada yapılan çalışmalar içerisinde Çaykara da yer almıştı. Bu çalışmaları yapanların önemli bir kısmı yabancı araştırmacılardan oluşmaktaydı. Bu araştırmacılar genel olarak bu dilin temel yapısal özellikleri üzerinde durmuşlar, Rumcanın diğer dillerle olan ilişkisi örneğin Türkçe’nin bu dil içerisindeki ağırlığına pek yer vermemişlerdi. Yakın zamanlarda ise Türk araştırmacılar yüksek lisans ve doktora tezleri ile Çaykara yerelinden bu dil hakkında önemli saha çalışmalarıyla katkıda bulunmuşlardır. Bu çalışmalarda ise bu dilin yapısal özelliklerinden ziyade bu dilin insanlara neler hissettirdikleri ve genel kabul konuları üzerinde olmuştur. Ayrıca bu yörede kullanılan Rumca dikkatleri çekmesine rağmen burada konuşulan ve kökeni çok eskilere dayanan Anadolu Türkçesi nereden, nasıl gelmiş ve varlığını nasıl korumuş sorusu irdelenmemiştir.
Bu çalışmada daha önceden yapılan araştırmalarda ele alınmayan Çaykara yöresindeki arkaik Türkçe ve burada halen etkilerini kuvvetli bir şekilde gösteren yerel inanışların bir bütün olarak ele alınması üzerinde durulmuştur. Birçok araştırmacı sadece dil üzerinden yaptıkları çalışmalarla etnik manada neredeyse mikro bir millet inşa etme sürecine girmişlerdi. Buna karşılık ise bu zamana kadar ele alınmayan bütüncül bir bakış açısıyla yöredeki dil, kültür ve halen yaşayan insanların bizzat yaşantıları ve duygularına danışmak suretiyle bir neticeye vardık. Bu manada yörede Rumca diye bildiğimiz birçok kelimenin aslında eski Anadolu Türkçesi, Kıpçakça, Arapça ya da Moğolcadan geçme olduğu gerçeğine ulaştık. Ayrıca Çaykara yöresinde eski Türk kültür ve inanışlarıyla önemli benzerliklerin olduğunu bunun da bu yörede gölgede kalan alanları aydınlatacağı sonucuna vardık. Bu yaşam ve inanış biçimleri İslam’a rağmen neredeyse bir “inanç” düzeyinde kuvvetli ve etkili olmaktadır. Doğum, ölüm, atalara saygı, hayvanlara doğaüstü güçler atfetme, su-ateş anlayışları vb. birçok inanış biçiminin izleri Orta Asya’yı işaret etmektedir.
Yörede konuşulan Rumcanın aynen insanların yaşamları gibi Türkçeyle iç içe geçmiş bir yapısı vardır. Bir cümlenin tamamının Rumca kelimelerle tamamlandığı istisnadır. İnsanlar günlük yaşamlarında kökeninde Türkçe olan kelimeleri bile birtakım eklerle Rumcaya dönüştürmüşlerdir. Esasında ise bu kelimelere Rumca demek doğru değildir. Rumcada rakamlar 5’ten öteye gitmez. Devamı Türkçe sayılarla tamamlanır. Günler, aylar Türkçedir. Ayrıca Çaykara’da bu yöre Rumcasına dair herhangi bir yazılı kaynak, metin, tablet, yazıt, tabela vb. mevcut değildir. Çaykara yöresinde kuvvetli bir medrese geleneği olduğu bilinmekte olup bu eğitimi alan ve veren insanlarla yapılan görüşmelerde Arapça eserlere yapılan şerh ve notların da hiçbir şekilde Rumca ile düşülmediği tespit edilmiştir. Türk kültürüne mal olmuş atasözleri, Rumca formunda da olsa varlığını bu günlere kadar devam ettirmeyi başarmıştır. Ayrıca bu dilin gırtlak yapısının Arapçaya olan yatkınlığı ve Arap harfleriyle ifadesinin daha kolay olmasının da kökende bir Arap etkisi olabileceğini akıllara getirmektedir.
Çaykara yöresinin Türk tarihi arka sayfalarını da kısaca nazarı dikkate alarak halen bu yörede yaşayan insanlarla birtakım görüşmelerde bulunduk. Elde edilen önemli veriler ve sözlü tarih çalışmaları neticesinde etnik kökenlerin Kafkaslar ile Orta Anadolu kentlerine kadar uzanan bir coğrafi arka plana ulaştık.
A) Çaykara Yöresinde Arkaik Anadolu ve Kıpçak Türkçesine Dair Bazı Özellikler:
Karadeniz’in kuzeyinde yer alan topraklar eski çağlardan bu yana farklı etkenler neticesinde büyük göçlere maruz kalmışlardı. Orta Asya çıkışlı İskitlerin, Kimmerler’in, Kıpçakların, Peçeneklerin ve diğer Turani toplulukların Karadeniz’in kuzeyinde birtakım kavimlerin baskısı sonucu göçe mecbur tutulmaları ile başlayan ve yakın çağlara kadar devam eden göç dalgaları yaşanmıştır. Birkaç asra yayılan bir süreç içinde zikredilen bu sahaya giren Türk kavimleri burada bulunan diğer kavimleri batıya sürmüş ve buraları kendilerine yurt edinmişlerdi. Bu göç dalgalarını Güneydoğu Karadeniz istikametinden Trabzon ve Karadeniz’e en kısa yoldan bağlayacak olan nokta Çaykara olmuştu. Coğrafi yapı olarak Solaklı Çayı’nın oluşturduğu doğal hat ve onun Kafkaslarla bağlantı noktası olan Haldızen (Demirkapı), Trabzon ve Çaykara tarihinin şekillenmesinde çok önemli bir fonksiyona haizdir. Bizans, art arda gelen bu topluluklarla ilişkiler kurarak, onlardan ordusu için asker ve azalan nüfusu için yeni kaynak oluşturmuştu. Hunlar, Avarlar, Hazarlar, Sabirler, Bulgar Türkleri, Uzlar, Peçenekler, Kıpçaklar, Kumanlar ve diğer Türk boyları Bizans tarafından 5. ve 11. asırlar boyunca bu kritik bölgelere ileri karakol vazifesiyle yerleştirilmişlerdi. Örneğin bir Türk boyu olan Bulgarların alt kollarından olan “Çenge” adından gelen ve Of ile Bayburt arasındaki sarp dağlara verilen “Çengelistan” deyimi, Bizans yerleştirme politikasına bir kanıt olsa gerek. Ayrıca “çenge” terimi Çaykara yöresinde çene yerine kullanılan olağan kalıplardan birisidir. Bizans ayrıca bu toplulukların olası saldırılarından korunmak için bunlar üzerinde Hıristiyanlaştırma ve Rumlaştırma faaliyetleriyle asimilasyon politikalarını canlı tutmaktaydı. İşte Hristiyanlaştırılan bu Türk toplulukları içerisinde Peçenek, Bulgar, Kıpçak ve Oğuz boyları da bulunmaktaydı. Bu bölgenin bu kritik özelliği benzer şekilde Osmanlılar döneminde de devam etmişti. Zira bu ileri karakolu muhafaza etmekle vazifeli devlet görevlilerinin, Çaykara’nın en eski yerleşim yerlerinden olan Paçan’da konuşlu oldukları tarihi kayıtlarla muhkemdir. Bu farklı etnik toplulukların benzer nedenlerle bir arada bulunmaları çok kültürlüğü de beraberinde getirmişti. Bu zorlama şartların kaderleri birleştirdiği coğrafyaya Çaykara’yı da dahil etmek mümkündür.
Bu şartlarda bir arada yaşamak ve iletişim kurmanın en önemli aracı olan dil, etkileşime maruz kalacak olan ilk kültürel öğe olmuştu. Bu anlamda Türk toplulukları gerek bu etkileşimin gerekse Bizans’ın Hristiyan dili olarak Rumcayı ve Helen kültürünü empoze çalışmaları sonucunda iki dillilik durumu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla diller üzerinden başlayan benzeşme, coğrafyanın değişime yeterince izin vermemesi nedeniyle bugünlere kadar taşınmıştır. Sahil kesime göre nispeten daha kapalı bir özellik gösteren bu yörede her ne kadar iki dillilik görülse de gözden kaçırılmaması gereken bir arkaik Türkçe kullanımı mevcuttur. Trabzon ağızlarında görülen ses özellikleri bölgeyi Göktürk ve Uygur Türkçesine bağlar. Bazı araştırmacılar Trabzon yöresinde kullanılan Türkçe’nin etnik kökenle bağlantılı olarak 1071 Malazgirt Savaşı’nın çok öncesine dayandığını ortaya koymaktadırlar.
Bu tezlerden bir başkası ve en önemlilerinden birisi Kıpçakça’nın varlığına dairdir. Kıpçaklar, üç ayrı dönemde ve biçimde sistematik olarak Doğu Karadeniz’e yerleştirilmişlerdi. Bugün bu bölgede Kıpçaklara dair birçok kültürel kalıntının varlığı korunagelmiştir. Doğu Karadeniz’in özellikle Trabzon coğrafyasında Kıpçakların dil varlıklarına dair ilgi çekici kalıntılara rastlamak mümkündür. Örneğin haçan, uşak, afkurmak, ula, yüklü, gız, kitmek, ev, burgu, bıçkı (testere), dıvar (duvar), yiğne (iğne), yüksük (yüzük), gene, oynaş, üvey, kuma, kenç, ekiz (ikiz), oğul (genel manada çocuk), ruspi (fahişe), murdar, ahmak, zalım, talaş, baht, bükri (kambur, burgu), kart, mefluç (felç), ekindü (ikindi), gavur, tanık, tüy (kıl), böz (bez), ana, kopça, yaşmak (baş örtüsü), avrat, tişi (dişi), kapu, avli (avlu), mıh (çivi), tekne (leğen), senek, halı, kilim, bilevu (bileme aracı), kavut (kavrulmuş buğday), sarmusak, eruk, terek (ağaç raf), ıyal, ana, ander, çabula, dalda, gerdel, tutacak, köz, çiyan, çise, gerdanlık, gibi sözcükler öz Türkçe olmakla diğer Türk devletlerindeki Kıpçak Türkçesiyle eşleşmektedir. Ayrıca Çaykara yöresinde hayvancılığın vazgeçilmez bir yerleşim, konaklama merkezi olan ve düzlük manasına gelen “kom” deyimi Kıpçakça’dan geçme bir terimdir. “Kom”un yerleşime uygun bir yer olmasıyla “konmak” arasında bir anlamsal bağ olsa gerektir. Kovı, kovuk ile Çaykara’nın bir yaylası olan Sakarsu/Şekersu (şakar, sugar) Kıpçak dilinden gelmektedir. Ses ve yapı yönünden kullanılan dilin Orta Asya ağızlarıyla ve arkaik Anadolu Türkçesiyle benzerliği vardır. Örneğin İlan (yılan), ayaz, tuman (sis), çubuk (baston, odun parçası), çerçi (tüccar) gibi terimler gösterilebilir. Bugün Çaykara ağızlarında görülen diğer bazı bazı özellikler bu arkaik özelliklere ışık tutmaktadır. Örneğin Kelime başındaki -g’lerin -k, -d’lerin -t, -b’lerin –p haline dönüştürülmesi; düzlük ve yuvarlaklık kuralına uyulmaması, ön seste –b, ünsüzünün korunması; ek fiillerin devrik kullanımı, iki fiilli kullanım biçimleri bu minvalde sayılabilir.
Kültürel ilişkilerde olduğu gibi dilde de temas yoğunluğu artıkça zayıf dil baskın olandan daha çok etkilenir. Bununla beraber zayıf olan dil de baskın dili etkiler. Çaykara’da birçok kişiyle yaptığımız görüşmede insanların Rumcayı yaygın olarak kullandıklarını hatta bazı kişilerin 70-80 sene önce Türkçeyi hiç bilmedikleri bilgileriyle karşılaştık. Buna karşılık Rumcayı hiç bilmeyenlerin olduğu gerçeğine de ulaştık. Ancak Rumcayı araştıranların, buradaki Türkçe’nin tüm arkaik kalıp ve yapılarıyla bu günlere kadar nasıl geldiği üzerinde durmamaları önemli bir ayrıntıdır. Halbuki bu durumu yöredeki yer adları üzerinden de açıklamak mümkündür. Buradaki Türkçe kullanım biçimi resmi olarak okullarda öğretilen bir tarz değildir. Bu eski ve köklü bir geleneğin bakiyesidir. Bu dil yapısıyla beraber yöredeki zengin inanış ve yaşam biçimleri, kökenin Orta Asya ve Anadolu Türk kültürüyle bağlantısını ortaya koymaktadır. Ayrıca Çaykara yöresinde kullanılan Türkçe içerisindeki birçok kalıbın Balkanlarda yaşayan Türk dilleri ve Azeri diliyle de benzerliği ortaya konulmuştur. Ayrıca yörede konuşulan Türkçe’de bir yabancı dilden kalan ağız ve aksanların yer almaması önemli bir başka veridir.
B) Çaykara Rumcası ve Genel Özellikleri:
Çaykara yöresinde kullanılan ve adını yöre insanlarının Rumca olarak koydukları sırf bu dil üzerinden bir millet tanımlaması yapmak doğru olmayacaktır. Zira Osmanlı tarihi bunun bu şekilde olamayacağına dair çokça örnekle doludur. Buradan birkaç örnek vererek asıl konuya geçelim. Avrupalılar, Osmanlı Devleti’ni Türk devleti olarak tanımlamalarına rağmen, 15. yüzyıldan itibaren Araplar, İran, Orta Asya, Endonezya dahil tüm İslam dünyası “Rumi” olarak vasıflandırmışlardı. Aslında bundan kasıtları Roma İmparatorluğu’nun mirası üzerinde oturan ve ona hâkim olan Osmanlı ve Türklerden başkası değildi. Çin kaynakları da bu terimi aynı şekilde Osmanlıları ifade edecek şekilde kullanmaktaydılar. Yıldırım Beyazıt Niğbolu savaşından sonra “Sultan-ı İklim-i Rumi” olarak vasıflandırılmıştı. Belli bir dönemden sonra Osmanlı devlet adamları, şairler, aydınlar “Rum” ile ilgili değişik şekillerde vasıflandırılmışlardı. Örneğin “Sultan-ı Rum” (Osmanlı padişahları için), “rumi” (yöneticiler için), “ulema-i rumi” (alimler için), “şuera-yı rum” (şair ve entelektüeller için), “gaziyan-ı rum” (gaziler için) kullanılmaktaydı. Bir diğer örnek Osmanlıların Amasya, Sivas Tokat’ı birleştirerek “Rum Beylerbeyliğini”, 1413’te kurarak buraya “Rumiye-i Suğra” (küçük Rumeli) adını verdikleri görülür. Portekizliler 16. yüzyılda zengin tarih ve edebiyatlarına “rumes” deyimini Osmanlıları tanımlamak için sokmuşlardı. Hacı Bayram Veli üzerinde bir çalışma yapan Fuat Bayramoğlu, Hacı Bayram Veli’den “Şeyh-ul Rum” olarak bahsedildiğini kaydeder. Mevlâna için “Molla-i Rum” deyimi kullanılır. Hacı Bayram Veli’nin Anadolu erenlerinin Piri olduğu düşünüldüğünde Türklük ve Rumluk arasındaki yakın ilişkiyi anlamamız daha da kolay olacaktır.
1923 yılındaki mübadeleye kadar Trabzon sahilinde de konuşulan Rumca daha sonra nispeten şehirle bağlantısı daha az olan dağlık kesimlerle sınırlı kalmıştır. Trabzon’un fethinden itibaren birçok köyde Rumlar ve Türkler beraber yaşamaktaydılar. Bunun öncesinde ise yörede kuvvetle bir Hristiyan Türk etkisinden de bahsetmek gerekmektedir. Zira buradaki Türk fonetiğinde görülen kelime ve kelime bilgisi genelde Rumca olarak bilinmesine rağmen aslında Türk etkisinin baskın bir karakterinin bulunduğunu ifade etmek gerekmektedir. Dolayısıyla yaşam biçimleri ve diller de ister istemez bu toplumlar arasında bir transfere sebep olmuştu. Örneğin 1835 nüfus sayımına göre Akçaabat’ın, toplamı 91 olan köy ve mahallelerinin 57’sinde sadece Müslümanlar, 6’sında sadece gayri müslimler yaşamaktaydı. 28 köyde Müslümanlarla gayri müslimler beraber yaşamaktaydı. 1900’lı yılların başlarına kadar Özdil Beldesi’nde Türk, Rum ve Ermenilerin beraber yaşadıkları bilinmektedir. Bugün Akçaabat, Yomra, Arsin gibi ilçelerde; Çaykara, Tonya, Maçka gibi ilçelerde konuşulduğu gibi bir Rumca kalmamasına rağmen bazı kelimelerin varlığı, yer isimleriyle beraber süregelmiştir. Bu dilin sahilde varlığını sürdürememesinin nedeni şehirleşme ve kültürleşmeye olan açıklıkla alakalıdır. Sahildeki değişim hızı, ekonomik ve kültürel eğilimler ve diğer kentlerle olan temas bunda etkili olmuştur. Kırsalda ise kapalılıktan dolayı değişim daha yavaş gerçeklemiştir. Bunu Çaykara’nın şehirle erken teması neticesinde yansıtan köyler de bulunmaktadır. Buradaki bazı köylerde Rumcanın konuşulmasına karşı gösterilen bilinçli direnç neticesinde birçok köy, Rumca konuşulan köylerle çok yakın olmasına rağmen Rumcaya kendisini kapatmıştı. Bu köyler Maraşlı (Paçan), Kumlu (Mimilos), Ataköy (Şinek), Şahinkaya (Şur) gibi merkezlerdi. Bunlardan Maraşlı’nın kalıplarını kırıp, sınırları aşarak eğitim ve bürokrasiye diğer köylerden önce açılması kendilerine böyle bir öncelik sağlamış oldu. Bundan dolayı da çok yakın zamana kadar Maraşlılar, Maraşlı’nın hemen yanı başında bulunan ve Maraşlı köyünden ayrılarak kurulan, Çambaşı (Anaso-i Paçan) ile Taşlıgedik (Mezire-i Paçan) mahallelerinde Rumcanın konuşulmasını tahkir edici bir durum olarak görmekteydiler.
Çaykara yöresinde mevcut Rumca ile Türkçe iç içe geçmiş ve birbirini tamamlar mahiyettedir. Örneğin yörede konuşulan Rumcada sayılar beşe kadar Rumca, gerisi Türkçe ile tamamlanmaktadır. Gün isimleri ise tamamen Türkçedir. Yine Osmanlı Devleti’nin kullandığı ve Rumi olarak adlandırılan takvim Çaykara’da “Alaturka” olarak isimlendirilmektedir. Bu takvimde ay isimlerinin neredeyse tamamı Türkçedir. Örneğin, stavrit (istavrit, eylül), koç ayı (kasım), üstü yanar (aralık), küçük ay (şubat), mart, mayıs, kiraz ayı (haziran), çürük ayı (temmuz), ağustos gibi. Rumca üzerinde çalışmaları olan Dr. Ionna Sitaridov, Rumcanın mastar yapısının Latin dillerinde görülmeyen bir özelliğe sahip olduğunu ve dolayısıyla bu dilin Yunan ve Yunan koloniciliğiyle bir ilgisinin olmadığını ortaya koymuştu. Bu zaviyeden yörede konuşulan Rumca irdelediğinde bu dil içerisinde birçok Türkçe kelimenin birtakım eklerle “Rumca” formuna sokulduğu görülür. Genelde –es, -os,-e,-a, -ves, -ne, -na, vb. eklerle bu dönüşüm sağlanmıştır. Örneğin, konuşurum kelimesi “konuşevo”, temizlersin “temizleyevis”, çorba “şurva”, sağlığına “so sağluğis”, terzi “terzis”, suluk “ so suluk”, çayır “sa çayira”, yeşerdi “e yeşilleyepsen”, çeşitli “çeşitliya”, kolayladı “e kolaylayepsen” gibi. Yine horon oynarsın, “horevis”, boya, pencere “sin pencere”, bohça, yorgan “ta yorgana”, yastık “yastuğa”, peke, ırgat “arğadiya”, kondurmak “kondurevis”, eba, becerikli “beceruklis”, taşımak “taşiyevo”, coşmak “e coşepsen”, yerleşmek “e yerleşeftes”, kaval, kemençe, okumak “okuyema”, suğuk algınlığı “soğuklayema”, belleme “bellyevis”, hava “o hevas” vb. neredeyse günlük konuşma dilinde Türkçe kelimelere birtakım ekler eklenmek suretiyle yeni kelimeler türetilerek kullanılmaktadır. Bunun haricinde Rumca olarak bilinen ancak kökeninde Türkçe olan birçok kelime bulunmaktadır. Örneğin kudal, panfi, halaz, avdan, çaput, çorma, gorgor, kofin, saraho, çiçen, kadurema, kolimp, gerdel gibi birçok kelime kökeninde Türkçedir. Başka bir ifadeyle bu kelimelerin Rumca karşılığı yoktur. Ayrıca şu anda Trabzon’un birçok ilçesinde cümle içerisinde bazı Rumca kelimelerin kullanıldığı görülür. Örneğin Arsin, Yomra, Of, Akçaabat gibi ilçelerde mesahor (ortaköy), kadahor aşağı köy), coşara (coşkulu), şelek (bir yük bağlama biçimi), peşko (soba), banfi (ineklere yem/ot verilen yer), frahti (çit), koloğuvano (sırt bölgesi), kofi (lahananın sapı), iskamni (tabure), ğleb (kabuk), korç (tabure), herek (fasulye sırığı), kofuris, ganzi/ganzilis (fındık ayıklamak) gibi birçok kelime varlığını korumaktadır.
C) Çaykara Yöresinin Türk Tarihine Dair Kısa Bazı Bilgiler:
Çaykara yöresinin Milat öncesinden itibaren Kimmekler’e İskitlere ve bunlardan sonra da Türkmen topluluklarına mesken olduğu bilgisinin yanında Rum tezleri de mevcuttur. Bu bölgede yaşayan özellikle de sahil kesimlerinde meskûn olan Rumların doğal süreç içerisinde ve Bizans Devleti’nin Hristiyanlık ve Rumca dayatması neticesinde; Çaykara’ya yukarıdan (Haldızen’den) giriş yaparak Çaykara’nın farklı köylerinde tutunan göçebe topluluklar üzerinde etkili oldukları aşikârdır. Bununla beraber yörede etkili oldukları bilinen Kıpçaklar, Gürcü, Bizans, Moğol ve Trabzon Rum İmparatorluğu zamanında kendilerinden fiili olarak yararlanılmış ve sınır hatlarına yerleştirilmişlerdi. Bu topluluğun fizyonomisi olan kırmızı ve sarı arası rengin Çaykara yöresi insanıyla benzerlik arz ettiği görülür. Bununla beraber Kumanların bu bölgede gerek dil gerekse kültür olarak bakiyeleri hale mevcuttur. Ayrıca yörede çok yakın zamanlara kadar canlı bir şekilde yaşayan geleneksel inanış ve yaşam biçimleri diğer Türk topluluklarıyla benzerlikler arz etmektedir. Örneğin Kıpçaklara da atfedilen kemençe ve kavalın Gagavuz Türklerinden yöreye miras kaldığı gibi. Yörede çok etkili oldukları bilinen ve Trabzon’un Osmanlılar tarafından fethinden önce gerek Gürcü krallığında gerekse Trabzon Rum İmparatorluğunda Hristiyan Türk askeri olarak görev alan Kumanların dil ve kimliklerini korudukları kayıtlarla sabittir. Hatta Trabzon Rum İmparatorluğu kayıtlarında Türkçe terimlerin kullanılması nazarı dikkate değer. Kyra, khatun, despina, amir, jandar (saray muhafızı) gibi terimler ayrıca Vezelon manastır kayıtlarında geçmektedir. Trabzon Rum İmparatorluğu resmi kayıtlarında Yorgo benzeri Rum adları taşıyan birçok kişinin aslen Türk olduğu bilinmektedir. Örneğin II. Aksius’un Kuman eşinden olma Kir Mihail (Acakutlu), Kir Giorgios (Akbuğa), Kira Anna (Anakutlu) adlı çocuk isimleri, hem Rum hem Türk isimleriyle beraber kaydedilmişti. Halen Romanya’da yaşayan bazı Kıpçak aileleriyle aynı soyadını taşıyan birçok kişi bugün Çaykara’da yaşamını sürdürmektedir. Örneğin “Çakıroğulları” bunlardandır. Ayrıca 13. ve 14. yy.’daki kilise sicil defterlerinde Arapça, Farsça ve Moğolcanın yanında Türkçe isim ve terimlere rastlamak mümkündür.
Moğol istilasından sonra bölgedeki Türk nüfus yoğunluğu artmıştı. Ayrıca bölge üzerinde Akkoyunluların, Erzincan’daki Mengüceklerin, Bayburt’taki Türk Emirleriyle Çepni etkisini de vurgulamak lazımdır. Akkoyunlular döneminde, onların hizmetlerinde bulunan Çepnilerin Doğu Karadeniz’de aktif oldukları bilinmektedir. Ayrıca 15. yy. ’da Bizanslı müverrih Halkokandi, Trabzon’un doğusunda Çepnilerin varlığından bahseder. 16. yy. Osmanlı arşiv vesikaları ve tahrir defterlerinde 43 yer adında, Çepnilerden bahsedilmektedir. Yavuz Sultan Selim zamanında Bayburt civarına 7 köye Çepniler yerleştirilmişti. Ayrıca Safevilerin Akkoyunluları ortadan kaldırmasından sonra Yavuz Sultan Selim, Akkoyunlu Devleti’nin bakiyelerini Doğu Karadeniz bölgesine yerleştirmişti. Bunun yanında Dulkadiroğlu Beyliği’nin ortadan kaldırılmasından sonra bu beylik topraklarından birçok aile Doğu Karadeniz’e sürülmüştü. Bunlar içerisinde Dulkadiroğlu, Maraşlıoğlu, Babilli, Vanlıoğlu, Fettahoğlu, Hacıfettahoğlu, Çolakoğlu (Çaykara’da Çakmak soyadıyla), Solakoğlu, Şamlıoğlu (Kul soyadıyla) sayılabilir. Bunlardan Fettahoğlu, Çolak, Çolakoğlu, Karaman (Karamande), Mirzaoğulları (Mutlu soyadıyla) adı altında, Çaykara’da halen varlıklarını devam ettirmektedirler. Bu hareketlilik bölgedeki Türk-İslam dengelerini demografik açıdan etkilemiş oldu. Bayburt’un Çaykara’nın hemen güneyinde yer alması ve kara ulaşımı açısından yakınlığı göz önünde bulundurulduğunda Trabzon’un batısındaki kadar olmasa da Çepni etkisinden bahsedebiliriz. Zira Çepnilerin kullandıkları adlar Ali, Osman, İbrahim, Süleyman, Aygut, Tuğrul, Çakır, Tanrıvermiş, gibi adlar ile Çepni beşiği, Çepni koyunu deyimleri hem diğer Türk topluluklarında hem de Çaykara yerelinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Ayrıca Çepnilerin bir kolu olan At Çekenlerin yaygın olarak kullandıkları Aydın, Aydoğdu, Tursun, Orhan, Calap, Sarı vb. isimler, Tanrıvermiş, Çakıroğulları Aydın gibi soy isimleri Çaykara’da varlığını muhafaza etmektedir. Özellikle 18. yy.’da Tirebolu, Görele ve Vakfıkebir’de yoğun olarak yaşayan Çepnilerin bilinçli olarak Doğu Karadeniz’e ve özellikle Of taraflarına yerleştirildikleri görülür. Bu göç edenlerin buradaki gayri müslimleri yerlerinden ederek zamanla yörede güçlendikleri, Paşa, Voyvoda gibi unvanlarla paye sahibi olup nam saldıkları, devletin otoritesini yitirdiği dönemlerde derebeyiler olarak bölgede etkili oldukları görülür.
Tarihi süreci kaynaklarından takip ettiğimizde Rumi tanımlaması, ilk olarak Arapların kullandıkları bir kavramdır. Bununla Roma’nın mirasına, coğrafyası, kültür ve medeniyetine egemen olan devlet ya da millet kast edilmiştir. Yoksa Rum/Rumi kavramı bir millet tanımlaması değildir. Dolayısıyla Çaykara’da Rumcanın kullanılması buradaki topluluğu Rum olarak tanımlamaya yetmez. Nasıl Almanya’daki 3. nesil Türk gençleri hiç Türkçe bilmedikleri halde Alman olamayacaklarsa, Çaykara da Rumca konuşanlar da Rum olmayacaktır. Zira bu yörede sadece Türkçe değil aynı zamanda yaşam biçimleri ve zanaatların de Kıpçak Türklerinin yaşam biçimleriyle benzeşmektedir. Kilim dokuma, demircilik, değirmencilik, marangozluk, taş işleme işçiliği, kap kaçak ustalığı, deri işçiliği Çaykara yöresinde maharetle yapılabilen iş kollarıydı. Ayrıca bu yöredeki birçok gelenek ve inanış eski Türk kültürüne dayanmaktadır. İslam’a bağlılık düzeyleri oldukça derin ve kitabi olan Çaykaralıların bu inanışları koruyarak bugüne kadar taşımaları tesadüfi olamaz. Bu inanışlar içerisinde eski Gök Tanrı Diniyle, Şamanizm inancının izlerini görmek mümkündür. Bunlar kapı üzerlerindeki boynuz, eve ya da tarla başlarına asılan hayvan kemikleri, salyangoz kabukları, ağaçlara çaput bağlama, su ve ateşle bir nevi tütsü yapma, lakaplar, atalara saygı, ölü gömme adetleri, ölü inanışları, ölülerin ardından tutulan yas, ölülerin çıktıkları evleri ziyaret ettiklerine dair inanışlar, 40’lama, lohusa kadının 40 güne kadar yalnız bırakılmaması, 40 güne kadar yeni doğan çocuğun dışarı çıkarılmaması, yeni doğan çocuğa kurban kesilmesi, gece dışarı su atılmaması, aile mefhumu, çocuğa ad verme gelenekleri, güneş duası, evlilik biçimleri; baykuş, karga, çakal, kurt, köpek gibi bazı hayvanlara doğaüstü anlamlar yüklenmesi, ölünün karnı üzerine bıçak konulması, ölü ardından yakılan ağıt biçimleri, ölünün geride bıraktığı kıyafetlerin ihtiyaç sahiplerine dağıtılması, ölen kişinin 40 güne kadar geceleri evinin etrafına gelerek dolaşması, ölen kişinin mezarının üzerinde beyaz ışık görülmesi, ölünün ardından cenazesinde hediye dağıtılması, nazar ve nazardan korunma yolları (sarımsak, köz söndürme gibi), yabani hayvanların ağızlarının bağlanması, ateşe su atılmaması, akşamdan sonra dışarı su atılmaması, bebek çamaşırlarının gece dışarıda bırakılmaması, gece dışarıya çamaşır asılmaması, temiz suya bevl etmemek, eşik üzerine oturmamak, sabahları doğu tarafı kapısının açılması, kurban adetleri gibi birçok gelenek başta Kıpçaklar olmak üzere eski Türk inanışı ve şamanizmle bağlantılıdır. Bu geleneklerin özellikle Kıpçak Türkleriyle neredeyse birebir aynı olması sadece dil üzerinden bir kimlik aidiyetinin mümkün olamayacağını ortaya koymaktadır.
Ç) Çaykara Rumcası Ve Bu Dil Üzerinden Etnisite Algısı:
Çaykara yöresinde Türkçe ile beraber Rumcayı konuşan insanlar kendilerini Türk olarak tanımlamaktadırlar. Rumcayı kardeş bir dil kendilerini de “Rumca konuşan Türkler” olarak vasıflandırmaktadırlar. Bu çalışmaya doğrudan ve dolaylı olarak katkı sağlayan görüşmeciler, atalarının yörede Rum olduklarını düşündükleri ancak Rumca konuşan Türkler olabilecekleri hakkında herhangi bir fikirleri olmayan bu insanlardan Rumcayı öğrendiklerini beyan ettiler. Ayrıca Rumca bilmelerinin etnik kökenleri hakkında herhangi bir tereddüt teşkil etmediğini ifade ettiler. Rumcanın kendileri için bir renk olduğunu kabul eden görüşmeciler kendilerini herhangi bir alt kültür veya etnisite içerisinde görmeyip, Türk toplum yapısı ile kimliğine sıkı sıkı bağlı olduklarını beyan etmişlerdir. Bu manada görüşmecilerin tamamı nerden geldikleri ve soyları konusunda herhangi bir tereddüt yaşamadan açıklayıcı olabilmişlerdir.
Osmanlı Devleti’nin Çaykara’ya dair tutmuş olduğu resmi kayıtların haricinde çok fazla yazılı kaynak ve kalıntı bulunmamaktadır. Ancak bu çalışmayla Çaykara’daki etnik yapıyla ilgili çok sağlam bir sözlü tarih geleneği ve hikayelerin olduğunu gördük. Görüşmeciler atalarının kimisinin Horasandan (Erzurum), kimisinin Maraştan, Malatya’dan, Karaman’dan, Dulkadirden, Bayburt’tan, Kafkaslardan geldiklerini pek irdelemeden ifade ettiler. Ayrıca her ailenin köklü bir geçmişinin olduğunu gördük. Memişoğulları, Mirzaoğulları, Çolakoğulları, Baltacıoğulları, Solakoğulları, Sofuoğulları, Şamlıoğulları gibi. Gerek bu çalışma sırasında gerekse an itibariyle hayatta olmayan yaşlılara, köyünüzde bu civarda tanıdığınız Rum aile var mı? Ya da kökeni Rum olan herhangi bir kişi ya da aile hakkında bildikleriniz nedir? diye sorduğumuzda her iki soruya da Rum olan ya da evveliyatında Rum olan kişileri hiç tanımadıkları cevabını aldık. Zamanımızdan yüz, iki yüz yıl öncesinde ulaşım ve iletişim koşulları zor olsa da köy ve yaylaların birbirleriyle ileri düzeyde bir etkileşim içerisinde olduklarını görmek mümkün. Örneğin Çambaşı köyünden bir marangoz Yente ya da Haldızen’de ev, değirmen yapmaya gidebilirdi. Bu yaşam biçimi dilleri ve kültürleri birbirine taşıyarak, köyler arasında kız alıp vermeye varıncaya kadar akrabalık ilişkilerinin kurulmasına da ortam hazırlamıştı. Ancak insanoğlunun, nerden geldiği, soyu gibi sorular Çaykaralının da aklına takıladurmuştur. Alınan cevapların seri ve açık olması kanaat ve kanıtlarda pek bir tereddüt olmadığını ortaya koymaktadır. Yedisinden yetmişine vatanperverliğinin had safhada olması yörenin Kafkas ve Doğu Anadolu coğrafyasıyla kritik bir bağlantı noktasında bulunmasıyla ilgilidir. Zira bu bölge Trabzon’u karadan Doğu Anadolu ve Kafkaslara bağlayan en kestirme yol olmasından dolayı bir nevi derbent vazifesi görmüştür. Bu tür yerlerde ise milliyetçiliğin güçlü olması işin doğasına uygun düşmektedir.
Bu çalışma opjektif , yerel gerçeklerle çok alakalı bir çalışma oldugu şüpheli. Daha çok Türk milliyetçisi bakış açısıyla kaleme alınmış olduğu cok açık.