Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Sabri Duman’ın aziz hatırasına…
Ah hayat!
Bir damladan ibaretsin. Hükmün bir nefesle sınırlı. Elektron mikroskobuyla görülebilen bir zerrecik teslim aldı seni. Hep böyleydin, ama başımıza bir şeyler gelmeyince biz senin kıymetini fark edemiyoruz.
Atalarımız “bâki kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş” diyerek aslında ne olduğunu bize anlatmışlardı çoktan…
Geride bırakmış olduğumuz asırlarda insanlık defalarca ateşle imtihan oldu. Savaşlar gördü, katliamlar yaşadı. Göç etti, göç ettirdi. Salgın hastalıkların enva-i çeşidini gördü. Hayatta kalabilenler, daha doğrusu ayakta durabilenler ileriye bakmaya devam ettiler.
Yine böyle olacak. Yarın yine ileriye, belki de hiç olmadığı kadar geniş ufuklara bakacağız!
Ne dersiniz?
Var mısınız?
Umudu yaşatmak, ya da umutla yaşamak insanın en büyük sermayesidir. Bu sermayeyi edinirken ve kullanırken dikkat etmemiz gereken en önemli husus insani değerlerden uzaklaşmamaktır. Burada ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un sözü kulağımıza küpe olmalıdır: “ İnsan için en zor olan şey, her gün insan kalmaktır”.
Gelin, şimdi buradan Çaykara’nın güzel insanlarından Zeno’lu (Ulucami) Kâzım amcayı hatırlayalım. Bugün yaşı 40’ın üstünde olanların çok iyi tanıdığı Bayraktaroğlu Kâzım yırtık gömleğinin içinde taşıdığı taş ve odun parçalarıyla yalın ayaklı, ama başı sarıklı bir şekilde her gün köyünden Çaykara’ya inerdi. Günde birkaç defa bunu tekrarlar; ama elinden sigarasını da düşürmezdi. Sigarasını tüttürürken acaba neleri düşünürdü? Çaykara’nın içerisinde volta atarken; insanların etraflı düşünmeden, anlık duygularla, biraz da alaycı üslûpta ona sordukları Kâzım amca ne yapıyorsun?, nasılsın?, nereye gidiyorsun? sorularına klişe cümlesiyle “Ben da onlari deyurum” cevabını verirken acaba neyi kastediyordu, ya da bizi nereye taşımak istiyordu?
Bilemeyiz. Hiçbir zaman da bilemeyeceğiz…
Ya, Rahmi’nin küfür diliyle “…Çaykara! güneşun bile isitmeyi” sözünden neyi ya da neleri anlamalıydık, hatta anlamalıyız…
Sadece, coğrafi konumu gereği; iki dere arasındaki soğuk hava akımına maruz kalan, kış aylarında günlerin kısa olması sebebiyle çok kısa süre güneş ışığı alan “iki dağın arasındaki” Çaykara’da evsiz ve kimsesiz yaşayan bir insanın tepkisini mi?
Yoksa, insanların kayıtsızlığını mı?
Bana göre ikisini birden…
Birincisini İbn Haldun’un felsefesiyle açıklayabiliriz: “Coğrafya kaderdir…”
Ya ikincisi?
Tam burada durmak, düşünmek ve tefekkür etmek lazım diyorum.
1950’leri, 1960’ları; Rahmi’nin yaşadığı yılları değil, bugünü; yaşadıklarımızı, yaşanılanları düşünmeliyiz.
Covid-19 salgını nedeniyle işini, eşini, arkadaşlarını ve sevdiklerini kaybedenleri düşünmeliyiz.
Bahar ayında, önümüzdeki günlerde Ramazan ayında; hatta yaz sıcağında sırtı üşüyen ve üşüyecek olanları düşünmeliyiz.
Çileden geçip bugün refahı yaşayan Çaykaralılar duyun sesimi!
Nerede bir sırtı üşüyen Çaykaralı varsa arayıp bulalım onu.
Ben da bunlari soyleyurum…
18 Nisan 2020, Trabzon.
Prof. Dr. Hikmet ÖKSÜZ
Değerli Hocam, Çaykara konulu diğer yazılarınızda olduğu gibi bizi yine eski günlere taşıdınız yüreğinizi sızlattınız. Teşekkür ederiz. Elinize sağlık. Verilen mesajı aldık. Karınca kararınca gereği de yapılacaktır inşallah. Sağlıcakla kalın
Çok güzel ifade ettiniz hocam.Teşekkirlür
harika bir anlatım. Eminim ben gibi çok kişi , bu yazıyı okuyunca bir çok değeri yeniden anımsadı.
Selamünaleyküm sayın Hocam.Hürmetlerimi sunuy .işte bu Çaykaralı olmak ayrıcalıktır sözünü teyit etmiş oldunuz Teşekkür ediyorum.
HOCAM TEŞEKKÜRLER KEŞKE O ESKİ İNSANI YAŞAMLAR OLSAYDI GÜZEL YAZDINIZ ANCAK GÜNÜMÜZ İNSANLARI GEÇMİŞİ UNUTMUŞ FARKLI HAL ALMIŞTIR – SAYGILARIMLA
Hocam eline sağlık sizden istirhamım birkac isim yazayim lutfen onlarada yazın
1- mahnida
2- afacan ( kavalcı)
3- karnap türkücü
4- ömer bal
5- aşık mustafa bal
6- muhaye
7- rahmi
Elbette yazılacak cokşey var , bunlar derin iz bırakan ve aytmatovu hergün hatırlatacak iz bırakanlar
Bulalım bulalım, hocam…